İngilizce’de bir deyiş vardır: ‘Lost in Translation’. – Çeviride kaybolmak.
2 kelime ile bizi anlatıyor sanki.
İşte, Duman – Ege ve ben üçlemesinde; diyalogun tamamının kendi kendime olduğunu keşfettiğimden beri, bazen içimden bağırmak bazen de hiç konuşmamak geliyor. Neden mi?
Ben: ” Duman, emziğini yere koyma…”
Duman: “Ziziği yere goymaa…”
Ben: “Dumdum, bağırma…!”
Duman: “Dümdüm bayırmaaaa !!!!!” (bağırarak)
Ben: “Ege, yemeğini yedin mi?”
Ege: “…”
Ben: “Ege, üstünden çıkardıklarını kirliye atar mısın.”
Ege: “Pffff…”
Duman vızıldayarak oyuncak kutusunda bir şeyi çekmeye çalışıyor ama başaramıyor. Yanına gidiyorum. Parmağıyla kutunun içini işaret ediyor.
Ben: “Duman, hangisini istiyorsun?
Duman: ” Hangisiiiii…!!!!?
Ben: ” Bu mu?”
Duman: “Bu muuuuuu???” (vızıldama ağlamaya dönüşüyor.)
Ben: “Bu mu, peki?”
Duman: ” BU MUUUUUUUUU pökiiiiyyyy?” (bağırarak)
Ben: “Oğlum, bunu mu istiyorsun?”
Duman: “OOoolluğğuummmmmmm !!!!” (artık çığlık atarak)
😀 😀
Hatta bazen;
Ben: ” Canım çıktın mı işten?” (sms) – 18:42’de gönderildi.
Kutay: “…”
Kutay: ” Canım bir yarım saate kesin…” 19:50’de gönderildi.
Yani…İşte…
En iyisi ben susayım, siz anlayın 😀 😀