Hayal edin. Ergen oğlunuzun odasında bağırışıyorsunuz. (Bağrışmaktan daha zarif bir kelime aradıysam da, dürüst olmaya karar verdim, çünkü olan tam anlamıyla buydu). Sinirler tam tepede, şakaklar zonk zonk. Ayak sesi duyuyorsunuz, meraklı bir cüce, elinde iPad ile kapının önünden geçiyor ama kafa 180 derece size dönük. 2 saniye sonra aynı manzara tekrarlıyor. Asker adımları, rap rap rap…İçinizden gülmek geliyor ama gülemiyorsunuz, çünkü bakışlarıyla sizi parça pinçik eden ergen tam burnunuzun dibinde.
Eğer cüceyi ortadan kaldırmadıysanız, sırtını duvara yaslamış izliyor:
Ben: “Ege, kaç kere söyledim yani nereye varmak istediğini bana anlatır mısın?”
Ege: “…”
Duman: “Evet Ege, ANLATIR MISIN ANNEYE?”
Ege ödevlerini yaptıktan sonra salona geliyor.
Duman: “Sen ödevlerini bitirdin mi, EGEE?”
Pembe Panter’in belalısı aklıma geliyor her seferinde. Benden kurtulsa, peşinde cüce var.
Ama Ege’de armut toplamıyor tabii.
“Duman sen bebeksin.”
Duman’ı çileden çıkaracak en önemli kelime: Be-bek-sin.
“Anneeeeeee, Ege bana bebek diyorrrrr!!”
Başka bir sahne:
Duman: “Abi noolur, hadi oyun oynayalım, azıcık lütfeen, lütfeeeeeennnnn!”
Ege: “Duman ben hiç istemiyorum….”
Duman: “Lütfeeennn, lütfen, lütfeeeeeennnn…”
Ege: “Ya tamam. Öff. Gel hadi…”
Daha Ege’nin odasına varmadan, Duman : “Seni mahvediceeemmm….”
Değişik versiyonlarıyla gün içinde defalarca tekrarlanıyor bu. İçgüdünüz her seferinde büyük olanı uyarmanızı fısıldıyor, çünkü ondan daha çok şey bekliyorsunuz. Ama önünde sonunda, bütün büyümüş, üstüne oturmayan ‘cool’ hareketlere rağmen o da çocuk.
İşin en ilginci, en umut vereni, en içinden çıkamayacağınızı düşündüğünüz zamanlarda en ilaç gibi gelen şey ne biliyor musunuz?
Evin içinde anneyi, bazen saçma sapan bir balonu, bazen Madiba’nın topunu bile paylaşamayan iki çocuk; birbirlerine evin dışından bir tehdit geldiği zaman sımsıkı kenetleniyor.
Ege; kim olursa olsun, birinin Duman’la olan konuşmasından rahatsız olursa o zaman göreceksiniz. Resmen Yüzüklerin Efendi’sindeki Gandalf gibi büyüyüp aslan kesiliyor. Arkadaşlarından birinin Ege’yi üzdüğünü duyan Duman, artık o her kimse çeşit çeşit suikast planları hazırlıyor.
Günün sonunu getirmenizi sağlayan şeyler de bunlar olmuyor mu, zaten?
Anne olarak terazinin kantarını bazen (belki çoğunlukla) kaçırıyorum evet, çünkü 14 yaşındaki oğlumun, 4,5 yaşındaki kardeşinin oyuncağıyla onun bütün itirazlarına rağmen neden oynuyormuş gibi yapıp, bırakmamasını; bırakmasını söylediğinizde de neden içtenlikle bozulup odasına gittiğini ve kapıyı da ‘GÜM’ diye çarptığını bir çırpıda anlayamıyorsunuz. Mantığım almıyor, aklım kesmiyor. Artık tek yapmaya çalıştığım, Ege’yi uyarma şeklime dikkat etmek. Eğer böyle bir durumda Duman kendini ‘kazanan’ gibi hissederse, işte o zaman Ege’nin bütün okları bana çevriliyor.
Yani uyarı tarzında yaratıcı olmak şart. Kazanan-kaybeden, korunan-harcanan ayrımı yapmalarına izin vermezsem, o zaman dalgalar daha çabuk duruluyor.
Uzun bir yazı oldu, farkındayım. Bazen en kolay kavramamız gerekeni, işin taaa içinde olduğumuz için kavrayamıyoruz. Kendini bir-iki adım geri çekilip gözlemci olmak gerekiyor. Tarafsız olmak öyle kolay bir şey değil. Bir defasında Ege bana bir çıkıştı, iki gün feleğim şaştı. Sonunda kendimi utanmış, üzülmüş ve ondan özür dilerken buldum.
Annelik başlı başına zor zenaat. İşin içine birden fazla çocuk girince, bu kez adalet, eşitlik gibi kavramlar da geliyor. Sonra da çık işin içinden çıkabilirsen…
Sevgiler, kolaylıklar…