Doğdu, ‘hastane çıkış’ kıyafetlerini giydi.
Sıcak evinde, annesinin yanında uyudu. Bazen uyumadı.
Hastalandı, herkes seferber oldu, ilaçları alındı, iyileşti.
Sulu gıda, katı gıda…Kardeş kıskançlığı.
Küçülmüş kıyafetler.
Yürüdü, yürümedi, konuştu, konuşmadı.
Bebeklerin, çocukların, standart dertleri; hani o hiç aşılmayacak gibi, bir dağ misali görünen…Bizi ağlatan, güldüren, bazen delirten o şeyler var ya…
Bir de…O her şeyin sıfırlandığı anlar var.
O koşması gereken bacacıklar…
Öpülmesi gereken kollar…
Koklanması gereken minicik kafacıklar…
Denize girdikten sonra, annesinin havluyla sıkı sıkı sarmalaması gereken o minicik vücut…
‘Hayat’ın ta kendisi olan gülümsemeler, kıkırdamalar…
Bu mudur ! Bu mudur adalet, yaşam hakkı, ülke hakkı, ev hakkı, BÜYÜME hakkı…
Doğmadığı bir ülkenin sahiline vurmaktan mı ibaret, senin kısacık yaşamın?
Kumda oynaman lazım senin, öyle yatma ne olursun…
Kalk hadi, kalk ne olursun…
Kategoriler:Genel