Okul servislerinin olmadığı, çocukları yürüyerek okula bırakabileceğim, dönüşte de fırından mis gibi ekmek alabileceğim küçük bir yer. Eve gelirken, yan komşuma rastlayıp haftasonunda bahçede birbirimizi ailece barbeküye çağırdığımız; o sırada diğer komşunun kulak kabartmasıyla, sabah kahvesine dönen bir sabah.
Mutlaka ve mutlaka, bir ‘meydan’ı olmalı bu kasabanın, şehrin, her neresiyse, artık. Çok eski, tarihi bir yapı bu meydanın tam ortasında olmalı; önünden ya da çevresinden her geçtiğimde bana yaşadığım yerin tarihini anımsatmalı, içimden ne kadar iyi korunduğuna şükretmeliyim, “Kimbilir bu meydan nelere şahit olmuştur?” diye bilmem kaçıncı kez düşünmeliyim onu görünce.
‘Esnaf’ıyla yaşayan bir yer olacak burası. Herşey olacak ama sadece birer tane. Alışverişimi yapmak için önünde sepeti olan bisikletimi alacağım, araba değil. Kitaplarımı, kütüphaneden alma alışkanlığım olacak. Çünkü yine tarihi bir yapıyı kütüphaneye çevirmiş olacaklar. Hani hala insanların sessiz olması gerektiğini bildiği türden. Çok şirin bir kafesi de olacak bu kütüphanenin; ve çocuklar için özel bir bölümü olacak. Onlarda burada yaşlarına göre ayrılmış kitaplara bakabilecekler, sosyalleşebilecekler, dergileri karıştıracaklar. Hatta haftasonları, hem bir şeyler atıştırmaya, hem de ailece dağılıp, zaman geçirebileceğimiz bir yer olmalı burası.
Gökyüzü, başınızı her kaldırdığınızda görünebilir olacak. Çirkin, birbirine benzemez binalarla kesik kesik görünmeyecek. En fazla ağaçların dalları eşlik edecek ona. Çünkü kocamaaaaan bir parkımız olacak burada. Yılda birkaç kez lunapark gelecek, bütün çocukların geleceği zamanı dört gözle beklediği, hala bundan heyecanlanabileceği ve yanına ipad, tablet almayı aklına bile getirmeyeceği bir şenlik olacak. Diğer zamanlarda, haftasonu babalarıyla doyasıya futbol oynayacaklar orada, nefes alacaklar, ve içine çektikleri hava mis gibi olacak.
Çocuklar demişken; hayal bu ya, onlar kaykay isteyecekler doğum günleri için. Ya da scooter. En baba hediye yeni bisiklet olacak. Eve tıkılmayacaklar; ya bahçede, ya parkta olacaklar çünkü. Hayatlarının merkezi, “Açık hava” olacak, son PS3 oyunları değil.
Şöyle bir gazetelere bakacağım. Gazetelerde, manşetler futbol ya da cinayetler olmayacak. Ülkede, dünyada neler olmuş onu okuyacağım. Devlet erkanı her dakika karşıma çıkmayacak, ülkede her an ne değişiyor, okullar kaç yıl oldu, üniversiteye bu yıl nasıl giriliyormuş, diye eğreti olmayacağım. Televizyonu açtığımda da keza; sürekli tehditler duymayacağım. Sıkıcı bir adam, düzgün bir dille ‘haber’ verecek, dizilerin hepsi ağlak olmayacak, damar yapmayacak, duygu sömürüsü görmeyeceğiz.
Eşim, belki yine eve 20 km uzakta çalışabilir ama işe gidip gelmek yarım gününü almamalı. Yollarda tükenmemeli, bizimle geçireceği saatleri trafikte harcamamalı. Yine sevdiği gibi, istediği zaman bize yemek yapacak zamanı ve enerjisi olmalı. “Akıllı telefonu babanızın hayrına vermiyoruz- veriyoruz ki; her daim işe hazır ve nazır ol…” anlayışıyla çalışmamalı, eve gelince kafasındaki ‘iş şalter’ini indirebilmeli.
Çocukları komşumuza emanet edip, kasabadaki tiyatroya gidebilmeliyiz. Sadece bir tane olabilir- daha iyi. Oyunlar değiştikçe kasabamızda yenisini görmek için merak uyanmalı. Üzerinde konuşulmalı, yorumlanmalı…
Yediklerimizin hepsi kasabanın dışında sıralanmış tarlalardan, çiftliklerden geliyor olacak. En fazla komşu şehirden. “Bizim buraların sebzesi de başka yerde yok…” diyeceğiz. Ben de armut topluyor olmamalıyım, bahçemde bir kaç sebze benim de olmalı, değil mi… Çocuklar, ağaçtan meyve toplamanın, dalından sebze koparmanın ne demek olduğunu bilerek büyüyor olacaklar. “Acaba kuşkonmazı nasıl yapıyorlar?” diye bir soru sormayacaklar yani.
Benim bu hayalim, dünyanın başka yerlerinde insanların gündelik hayatı; onu da biliyorum…Çünkü bir zamanlar benim de bunu yaşama fırsatım olmuştu…Şimdi sadece kendi ailemle de bunu yaşamak isterdim.
Galiba özledim…İnsanca yaşamayı.
Kategoriler:Genel